Yeraltı Ekonomisi

  • Konuyu açan Konuyu açan dderya
  • Açılış tarihi Açılış tarihi

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Yeraltı ekonomisi, piyasa kanalı ile arz ve talebin oluştuğu ancak, sağlık, güvenlik, ahlâk vb. gibi nedenlerle üretim ve pazarlaması yasaklanmış veya sıkı denetim altına alınmış malların gizlice üretim ve/veya pazarlanması sonucu oluşan ekonomidir. Başka bir yaklaşıma göre; yeraltı ekonomisi faaliyetleri, devlet yönetiminde boşluğu dolduran, organize olmuş suç örgütleri aracılığı ile yürütülen yasadışı ancak çıkar sağlayan her türlü faaliyetlerdir. Gerek uluslararası, gerekse ulusal boyutlarda olsun, yeraltı ekonomisi faaliyetlerinin temel özellikleri örgütlü olması ve şiddet içermesidir. Bu nedenle yeraltı ekonomisi faaliyetleri dendiğinde akla ilk gelen mafyadır. Hatta yeraltı ekonomisi, "mafya ekonomisi" şeklinde de ifade edilmektedir.

Yeraltı ekonomisi faaliyetleri, organize olmuş suç örgütleri aracılığıyla yürütülür. Risk unsurunun yüksekliği nedeni ile kar marjları çok yüksek olan yeraltı ekonomisinde, faaliyetlerin yasalara aykırı olması arzı kısıtlar, buna karşılık talep inelastikdir. Bundan dolayı fiyatlar yüksek seviyelerde oluşmaktadır. Yeraltı ekonomisinde bir dizi bağımsız küçük ve orta büyüklükte birimin etkin olduğu, kriminalize olmayan kesime mal ve hizmet sağlayan rekabetçi sektör ile, bu rekabetçi sektöre mal ve hizmet satan ve uluslararası ilişkilere sahip yöneticilerin bulunduğu bir oligopol piyasa söz konusudur. Yeraltı ekonomisinde kar marjları çok yüksek ve çok karlı olduğundan, bu piyasaya giriş talebi de yüksektir. Ortaya çıkan rant paylaşım kavgası piyasa yöneticilerini zaman zaman çatışmaya iter. Böylesine bir rant paylaşımı mücadelesinde de, resmi güçleri yanına çekebilen taraf kârlı çıkmaktadır. Bunun anlamı, yeraltı ekonomisinde faaliyet gösterenler çok az da olsa bir kısım resmi makam mensupları ile beraber çalışır ve sağladıkları kârın bir bölümünü bu kişilere transfer e-der.

Suç örgütlen sahip oldukları büyük parasal güç sayesinde bir yandan sosyal, etnik ve kültürel farklılıkları istismar ederek toplumsal ve siyasal destek sağlarken, diğer yandan da devletin en üst kademelerine kadar etki alanlarını genişleterek, devlet eliyle kendi güçlerini artırmakta ve toplumsal bozulmalara neden olmaktadır.

Yeraltı ekonomisinin en önemli özelliği faaliyetlerin organize olmuş örgütler aracılığıyla yürütülmesidir. Bu nedenle her ülkede farklı şekilde isimlendirilse de (Kolombiya'da Madellin Kartel, Japonya'da Yakuza gibi) mafya olarak bilinen oluşum yeraltı ekonomisi faaliyetleri ile özdeşleşmiştir. Yeraltı ekonomisinin en önemli unsuru mafya; dünyada en büyük ekonomik güçler arasına girmiş, faaliyetleri ile ciro sıralamasında petrol, otomotiv, elekrik/elektronikten sonra dünyanın dördüncü sektörü haline gelmiştir. O halde mafya nedir?
 
Bürokrasiden Kaynaklanan Nedenler
Siyasal toplumun var olduğu her ülkede ülkeyi idare edenler, ülkenin yönetim şekli, işlevleri ve bunları düzenleyen kurallar olarak bilinen bürokrasi, pek çok düşünür ve yönetim kuramcısının fikir ürettiği ve üzerinde geniş araştırmaların yapıldığı bir konudur.

Bürokrasinin görevi doğrudan veya dolaylı olarak kamu hizmeti üreterek vatandaşların mutluluğunu maksimize etmektir. Ancak Türk bürokrasisini bu şekilde tanımlamak, sadece yasal bir tanım yapmak olacaktır. Zira ülkemizde bürokrasi, "bir siyasal aktör, siyasal sistemin esaslı bir unsuru, toplumsal ürünlerin üreticisi veya tüketicisi, bir güç merkezi, bir baskı grubu, bir değişim ajanı, bir siyasal simge, bir toplumsal elit, bir ilgi yaratıcısı, bir siyasal, toplumsal ve ekonomik sistem, bir siyasete giriş noktası ve bir çevresel belirleyici gibi görünümler alabilmektedir"(Yaşamış 1998).

Türkiye'de bürokrasi merkezi bir yer işgal etmekle birlikte hizmetin gereklerine göre faaliyette bulunan, toplumsal ve siyasal hayatı düzenleyen bir yapı anlamına gelmemektedir. Bu durum kamu düzeninin sağlanması açısından olumsuz sonuçların doğmasına neden olmuştur. Bu gelişmelerin gerisinde dört temel neden vardır: (Bkz.Yılmaz 1997)

1. Türkiye'de yönetim çok hızlı büyümektedir.

2. Kararların çoğu merkezde alınmaktadır.

3. Kişisel yönetim geleneği sürmektedir.

4. Yönetimde haberleşme ve koordinasyon eksikliği görülmektedir.
 
Türkiye'de bürokrasi süratli olarak büyümektedir. Ülkemizde bürokratik yapı 48 yılda 6.6 kat artmıştır. (Fransa'da 80 yılda 4 kat, ABD'de 60 yılda 2.9 kat artmıştır). Bu hızlı gelişme hem kurumsal gelişmeyi engellemiş, hem de yönetime katılan yeni bireylerin durum ve rollerini öğrenme ve kabul imkanı olmamıştır.

Türk bürokrasisi günümüzde halen yapılacak işin gerektirip gerektirmediği incelenmeden hızla büyümeye devam etmektedir. Bazen ideolojik yaklaşımla bazı kurumlar oluşturulduğu gibi bazen de bürokratlara mevki sağlamak ve siyasilere prestij kazandırmak için yönetim genişleyebilmektedir (Yılmaz 1997). Yönetimin genişlemesinin somut göstergeleri bürokrasi nüfusunun yoğunluğundaki artış, kamu gelir ve giderlerindeki artış, yeni kurulan kamusal örgütlerdeki artış ve yasal düzenlemelerdeki artış olarak belirmektedir.

Türkiye'de bürokratik örgüt yapısı, otoritenin üstlerde toplanmasına yol açmıştır. Dolayısıyla orta ve alt kademe yöneticiler inisiyatif kullanmamaktadırlar. Toplumumuzda, astlar üstleriyle aralarında önemli bir statü farkı olduğunu kabullenmişlerdir (Sargut 1995). Bu durum bürokratik örgütlerin büyümesiyle birlikte yazışmaların artması, kırtasiyecilik ve işlemlerin gecikmesine neden olmaktadır.

Alt kademelerdeki bir bürokratın sistemin işleyişine müdahale ederek bireysel olarak düzeltme yapması büyük ölçüde mümkün değildir. Bu, bir taraftan ast-üst ilişkisi anlayışına dayanırken, diğer taraftan da sorumluluk alma konusundaki isteksizlik ile açıklanabilir. Ayrıca; yasalarda yetki genişliği ve özerklik ilkeleri kabul edildiği halde üst düzey yöneticiler tüm kararları alma konusunda bir tekelcilik anlayışı içinde bulunmaktadır. Aşırı merkeziyetçilik esnekliği yok etmiş, yetki devri konusundaki isteksizlik üst düzey bürokratları geniş ölçüde teferruata boğmuştur.

Türk bürokrasisi, rutin bir görev ve işleyiş anlayışına dayanır. Genellikle tutucudur. Söz konusu düzenin değişen şartlara ayak uyduramaması ve kendini yenileyememesi, verimsizliğin temelinde yatan nedenlerdendir.
 
Bürokratların etkinlik ve verimlilik amacıyla konulmuş bulunan bürokratik kural ve teknikleri kullanarak sorumluluktan kaçmaları mümkündür. Bürokratlar, sorumluluktan kaçmak için bir kuralın ruhunu değil, lafzını dayanak olarak alırlar. Konu ile ilgili daha önceleri bir uygulama yaşanmamış ise, inisiyatif kullanmak yerine çözümsüzlüğü tercih eder. İşin özündeki problemin çözümü yerine şekli uygunluk ön plandadır. Gerçi bu uygulama, eşitlik ve keyfilikten sakınmak için bazı hallerde gerekli olan ve faaliyetin prensiplerinde devamlılığı sağlayan bir davranış biçimi olarak değerlendirilebilinir. Ancak yanlışları kontrol etmeden uygulamaların devamı tembelliğe ve statikliğe yol açar,sosyal ve ekonomik hayattaki hızlı gelişmeler karşısında bürokrasinin yetersizliğini besleyen unsurlar olarak karşımıza çıkar.

Bürokratik dünya görüşünün genel bir özelliği, görüntüyü kurtarmak veya görüntüyü gerçeğe tercih etmektir. Bu konuda MARDİN şöyle bir tespit yapar: Bürokrat zihniyeti, "kağıt üstünde düzenlilik sağlama uğruna, toplumsal gerçekleri hasır altı etmek eğilimindedir. Türkiye'de ise gerçekler bürokratın kafasında yaşayan daha düzenli, kitaba uygun, Türkiye'ye ters gelirse, bürokratik eğilim bu uyumsuzluğun kaynağını aramadan uyumsuzluğu görmezlikten gelir" (Mardin, 1990). Türk yönetim geleneğinde çok önemli bir yer tutan kanunculuk anlayışı, bu zihniyetin tipik yansımalarından biridir.

Türk bürokrasisinde orijinalliğe ve verimliliğe kapalı bir işleyiş düzeni egemendir. Sistem kapalı ve politize olmuş bir sistemdir.

Türk bürokrasisinde grup veya bireyler arası çatışma ve yarışmaya pek sıcak bakılmaz. Oysa Batı bürokrasilerinde, yarışma veya çatışmanın iç dinamizmi canlandırdığı düşüncesi hakimdir ve teşvik edilmektedir (Solakoğlu ve Budak, 1995).

Bürokrasi yaşamımızda en önemli sorun denetim açısından yaşanmaktadır. Denetim kavramı, kontrol etme, yolsuzlukları önleme, işlerin usulüne uygun yapılıp yapılmadığının araştırılmasıdır. Bürokrasimizde denetim son derece yetersiz ve ilgisiz bir biçimde gerçekleşmektedir. Etkinlik denetimi yapılmamakta, denetim sadece yasallık denetimi şeklinde gerçekleşmektedir.

Bürokrasinin temel sorunlarından biri de eşgüdüm (koordinasyon) eksikliğidir. Eşgüdüm genellikle dikey olarak gerçekleşmekte, buna karşın yatay eşgüdüm ihmal edilmektedir. Dikey eşgüdüm, işlemlerin yavaşlamasına ve hantallaşmaya neden olur.
 
Bürokrasimizde "klan"laşma hakim uygulamadır. Klanlaşma ile ifade edilmeye çalışılan; kuralların yerini geleneklerin ve güçlü örgüt kültürünün aldığı yapılanmadır. Bürokraside böyle bir yapılanma, rekabetin kişiler arası değil bürokratik kurumlar arasında cereyan etmesine neden olur. Bu arada kendi içlerinde gelenekçi ve dayanışmacı ortak değerleri önde tutan davranış sergilerler. Böyle bir yapı, dışa kapalı ve simgeseldir. Başarının nasıl değerlendirildiği belirsizdir; değerleme ölçüleri ise nesneldir. Dışa kapalı olduklarından "dışarıya" detaylı bilgi verilmez ve kendi yaptıkları abartılır (Üstüner,1995). Bu durum, yeterli bilginin toplanmasını ve ortak bilincin gelişmesini önlemektedir. Ayrıca bazı teşkilatlar kurum kültürü ve bilgi tekellerini yaratmışlardır. Yapılan işler öylesine karmaşık hale getirilmiştir ki, bürokrat siyasi üste karşı belli bir zırha bürünmüş ve bağımsızlığa kavuşmuştur. Neticede siyasetçi bürokratı görevden almaya cesaret edemeyebilmektedir.

Türkiye'de bürokrasi gerek işleyişinde gerekse çevreyle ilişkilerinde sorunlu ve değişen şartlara uyum sağlayamamış bir yapı arz etmektedir. Günümüz Türkiye'sinde, genelde sosyal gerçekleri hesaba katmadan, dosyalardan elde ettiği bilgilerle ve belli bir kalıba göre masa başında ve oldukça geç karar veren; işleri hızlan-dıramayan; gerektiğinde takdir yetkisini kullanamayan; kendi çıkarlarını ön plana çıkararak çeşitli yapılanmalara gidebilen ve çoğu zaman siyasilerin yönlendirmesini kabul etmek zorunda kalan kimselerdir (Erbay 1997). Sistem sorunları çözmede başarısız kalmakta, bu nedenle kamu otoritesi sarsılmakta ve yeraltı ekonomisinin denetimi etkin gerçekleşememektedir.

Bürokrasinin mutlak kontrol yetkisi nedeniyle vatandaşların hürriyetlerini kısıtlayan bir devlet sistemine dönüşmesi sonucu demokrasimizin geleceği tehdit altındadır. Özellikle siyasetçilerin idare üzerindeki baskısı ortadan kaldırılmadıkça, devletin tarafsızlığını kaybettiği endişesiyle rahatsız olması beklenen vatandaşların tutumu ve tepkileri yeraltı ekonomisinin temelini oluşturan yozlaşmaya zemin hazırlamaktadır.

Bürokrasi ile yeraltı ekonomisi arasındaki bir diğer önemli etkileşim ise yeraltı ekonomisi ile mücadele eden bürokratların, zaman zaman suç dünyası ile sıcak ilişkileridir. Yeraltı ekonomisinde faaliyetlerde bulunanlar bu faaliyetlerini yürütürlerken bürokrasiden de destek görmektedirler. Bilindiği gibi özellikle kriminal sektörde faaliyet gösterenlerin uluslararası boyutlarda güçlü bir iletişim ağı vardır. Bu iletişim ağı içinde bürokratlarda zaman zaman yer almaktadır (hatta bazı iddialara göre böyle bir iletişim ağı bürokratlar yer almadığı takdirde olanaklı değildir ya da en azından bu ilişkiler bu kadar kuvvetli olamaz). Kriminal sektörle çıkar ilişkileri üzerine kurulu bürokrat-mafya ilişkileri-ni(genellikle siyasetçilerde ilişki içindedir) açığa çıkarmak oldukça zordur.
 
Adalet Sisteminden Kaynaklanan Nedenler

Türkiye'de yargı organmm içinde bulunduğu koşullar ve vatandaşların yargının adaleti gerçekleştireceğine olan inanç düzeyinde yetersizlikler, kamu erklerinin en önemlilerinden biri olan yargı organının önemli açmazlar ve sıkıntılar içinde olduğunu göstermektedir.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ile birlikte batıdan alman modern Türk hukuk sistemi, o yıllar için gerçek bir reformun ifadesi ve çağdaş bir yaşamın başlangıcı olmuştur. Ancak bu sistem, ekonomik ve sosyal hayattaki gelişmelere paralel şekilde geliştirilemediği için, hukuk sistemimiz yaşamın gerisinde kalmıştır. Bu eksikliği gidermek için acele ile eklenen çeşitli yasalar ve yasa değişiklikleri ise hukukun ihtiyacını gideremediği gibi, genel sistemin de bozulmasına ve iç uyumu kaybetmesine neden olmuştur. Sonuçta gelinen nokta, fertlerin adalet gereksinimine yanıt veremeyen, adalet duygularını tatmin etmeyen, hatta uygulaması bazen duygulan rencide eden, yetersiz, hantal, dengesiz bir mevzuat yükü ve son derece ağır işleyen bir yargı mekanizmasıdır. Vatandaşlar mahkemelerde uzun süreler davalarını takip etmekte, alacaklar tahsil edilememekte, anlaşmazlıklar çözülememekte, icralar tıkanmaktadır (İbrahimhakkıoğlu 1996).

Ülkemizde yapılan kamuoyu araştırmaları ve gözlemler sonucu yargın işleyiş süreci ile ilgili nedenler aşağıdaki gibi özetlenebilir:

• Siyasal etki, baskı ve tartışmalar hakimler ve savcıların çalışmalarını zorlaştırmakta; hakimlerin bağımsızlığı zedelenmektedir.

• Yargılama çok yavaş işlemekte, uyuşmazlık sayısı artmakta, dosya sayıları giderek kabarmaktadır.

• Teknik altyapı noksanları giderilememiştir. Bina, araç, gereç yetersizlikleri, yargılama işlevinin etkin bir şekilde yürütülmesine engel teşkil etmektedir.

• Personel sorunları da kaliteli eleman sağlama a-çısından çözümlenememiştir.(TÜSİAD 1998).

Türkiye'de 1994 yılı itibariyle mahkemelerdeki iş dağılımı, ceza mahkemelerinde 2.408.593, hukuk mahkemelerinde 2.287.874 olmak üzere toplam 4.696.467'dir. Yargılamalarda taraf olan kişi sayısı 5.861.455'tir. Basit bir hesaplamayla, ülkemizde her 10 kişiden biri mahkemeliktir, her iki aileden birinin mahkemede işi vardır (Öney 1996).

Ülkemizde, 1995 yılı itibariyle, 3.145 mahkeme mevcuttur. Kurulması gereken mahkeme sayısı ise 3.101 'dir. Yine, 1995 yılı itibariyle,yurdumuzda,9.408 hakim ve cumhuriyet savcısı kadrosu vardır. Bu kadronun 7.404'ü dolu, 2.004'ü boştur. Ancak, mahkemelerin ihtiyaç duyduğu ek kadro sayısı 8.339'dur. Mahkemelerde yardımcı personel açığı ise hat safhaya ulaşmıştır. 1995 yılı itibariyle, 12.343 zabıt katibi kadrosu mevcuttur. Bunun 10.973'ü doludur. Olması gereken zabıt katibi sayısı ise 49.484'tür (Öney 1996).

Yapılan hesaplamaya göre, ceza mahkemelerinde ortalama olarak bir dava, 1994 yılı itibari ile, 175 günde, hukuk mahkemelerinde 191 günde sonuçlanmaktadır. Ancak bu bilgiler matematiksel olarak doğru ise de; hasımsız veraset, trafik davaları gibi bir celsede biten davalar bu ortalamaları epeyce azalttığından, bahsedilen süreler görecedir.

Yargı erkinin yerine getirmekte olduğu iş ve hizmetlerdeki performans düzeyi bireyler arasında hukuksal uyuşmazlıklarda hakkın ve adaletin yargı organları aracılığıyla tam ve güvenilir bir şekilde ortaya çıkarılmasında yetersiz kalmakta ve kararın kesinleşmesinin oldukça uzun süre alması -adalet yerini bulsa bile- elde edilen hukuki kazanımın anlamını yitirmesine yol açmaktadır.
 
Davaların geç sonuçlanması önemli sorunlar doğurmaktadır. Pek çok kimsenin, yıllarca mahkemelerde uğraşmaktan çekinmesi yüzünden, karşı tarafın haksızlığına istemeye istemeye boyun eğmesine veya elverişsiz koşullarda sulh olarak hakkının büyük kısmından vazgeçmesine neden olmaktadır. Hak tanımaz kişiler karşı tarafın hakkını aramaktan çekineceğini hesaba katarak kolaylıkla başkasının hakkını çiğneme cesaretini kendilerinde bulmaktadırlar. Vatandaş adaleti sağlamada haklının sığınacağı merci olan mahkemelere başvurmaktan maalesef uzaklaşmakta, birtakım kanun dışı yollar ve kanun dışı kişiler ortaya çıkmaktadır.

Ceza adaletinin yerine getirilmesinde gecikme ve davaların uzaması kadar sosyal yönden zararlı olan ve bir ülkede kanunsuzluk ve suçluluğun yaygınlaşmasına neden olan başka bir etken yoktur. Ceza adaleti hızlı ve etkili olmayınca, cezanın önleyici etkisi ortadan kalkmakta, insanlarda suç işlemekten kaçınma hususundaki hassasiyet yok olmakta ve daha çok suç ile daha çok dava karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla bir kısır döngü yaratılmaktadır.

Mahkemelerde iş yükünün altından kalkılamaz hale gelmesinin başlıca iki nedeni vardır: Birincisi, sosyal ve ekonomik yapıda meydana gelen değişimlerle ilgilidir. Hızlı nüfus artışı, kırsal kesimden büyük şehirlere yoğun göç, sanayi ve ticaretin gelişmesi, ekonomik hayattaki hızlı değişim ve gelişim, enflasyonun çok hızlı yükselmesi gibi etkenler, sosyal yapının zedelenmeşine ve anlaşmazlıkların süratle artmasına neden olmaktadır. Anlaşmazlıklardaki bu artış doğrudan mahkemelerin iş yükünü etkilemektedir.

İkincisi, yargı sistemimizin eksikliklerinden kaynaklanan nedenlerdir. Yukarıda, adalet sistemimizin personel yetersizliği nedeniyle içinde bulunduğu vahim durum rakamlarla aktarılmıştı. Personel yetersizliğinin yanı sıra, çağın teknolojisinin mahkemelerimizde kullanılmaması da dava süresini uzatan ve iş yükünü artıran bir başka etkendir. Ayrıca ulaşım ve haberleşmedeki sürat ve gelişen teknolojiye rağmen usul kanunlarındaki sürelerin aynen muhafaza edilmesi bir başka etkendir. Anlaşmazlık konusuna ve bunun çözümüne doğrudan ya da dolaylı etkisi olmadığı ilk bakışta anlaşılan ve delil değeri bulunmayan belgelerin dosyaları kabarıklaştırması ve sonuçta davayla ilgili bilgi ve belgelere güç ve geç ulaşılmasına yol açması bir diğer nedendir (Detaylar için Bkz. Onur 1996).

Ceza sisteminin ana amacı mümkün olduğu kadar geniş bir kesimin uygulamadaki ceza hukuku uygulamalarını sağlamak, dolayısı ile suçluluğu azaltmaktadır. Bundan çıkarılacak sonuç; devletin ceza yaptırımı uygulaması ancak iki amacı olduğu takdirde meşrudur: İlki suçun azaltılması, diğeri ise ceza yasalarına riayeti sağlamak. Bu amaçlardan yalnızca biri ön plana çıkarılarak ceza yaptırımı uygulanması önemli bir hatadır. Ülkemizde, ceza davalarında bir kısım cezaların miktar itibariyle çok az ve caydırıcılıktan uzak olduğu iddia edilebilir. Buna bağlı olarak suç işlenmesi ve yeni davaların mahkemeye gelmesi engellenememektedir.
 
Türkiye'de yargının içine düştüğü bu açmazların ö-nemli olumsuz sonuçları ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu olumsuz sonuçları YAŞAMIŞ şöyle özetlemektedir: "Her şeyden Önce hukukun üstünlüğü ilkesi ve hukuk devleti kavramı giderek içi boş ve anlamsız ifadelerle dolu parlak ve süslü kavramlar şekline dönüşmektedir. İkincisi, yargının bireyler arasındaki ilişkileri düzenlemede yetersiz kalması boşluğu doldurmayı amaçlayan birtakım "silahlı ve zorba güçlerin" maddi karşılığını almak üzere devreye girmesine yol açmaktadır. Bu gelişme "çek-senet mafyası" gibi isimler alabilen ve varlıkları hiçbir zaman yadsınamayacak olan yasa dışı sosyo-ekonomik kurumsal yapıların ortaya çıkması ile sonuçlanmıştır. Üçüncüsü, bu gibi yasa dışı grupların etkinliklerinin sonuç verdiğini gören bazı kişiler yargı yoluna başvurma yerine "ihkakı hak" yöntemini, yani hakkı bizzat kendi güçlen ile elde etmeyi, daha geçerli bir çözüm yolu olarak görmeye başlamışlardır. Bu durum toplumsal kaosu giderek daha da artıran ve kamu düzenini ve güvenliğim tehlikeye düşüren özellikleri içinde barındırmaktadır. Dördüncüsü, ve belki de en önemlisi, yargının etki gücünün azalması yargının temel bireysel hak ve özgürlükleri koruma ve güvence altına alma işlevinin ortadan kalkmasına neden olmaktadır. İnsanlığın sosyo-politik ve hukuksal geçmişi bireyin temel hak ve özgürlüklerinin sürekli olarak ekonomik ve siyasal güç odakları tarafından baskı altına alınmak istendiğini göstermektedir. Günümüzün en geçerli siyasal rejimi olan demokratik siyasal rejimlerin -türü ne olursa olsun- bugün ulaşmış oldukları düzeyin, aslında, temel insan hak ve özgürlüklerini korumak için tarih boyunca geliştirilmiş kurumsal yapıların toplamı ve bütünü olduğu görülmektedir. Uzun bir gelişme çizgisine sahip olan bu kurumların yaşamsal öneme sahip olanlanndan biri yargıdır. Yargının insan hak ve özgürlüklerini güvence altına almada ve korumada içine düşeceği sıkıntılar demokratik rejimin işlerliğini önemli başarısızlıklarla karşı karşıya bırakacaktır. Sonuncusu, devleti devlet yapan en önemli işlevlerden birisi olan adaleti gerçekleştirme işlevinin yara alması her şeyden önce devletin varlık nedeninin sorgulanması ile sonuçlanacaktır. Çağdaş ve gelişmiş bir demokrasi olmayı hedefleyen bir toplumun böyle bir sorgulama ile karşı karşıya kalması gerçekleştirilmek istenen hedefin gerisine düşmekle eş anlamlı olacaktır" (Yaşamış 1996: 305).
 
Yer Altı Ekonomisi Faaliyetleri

Günümüzde yeraltı ekonomisi kapsamı ve hacmi bakımından gerek kayıtdışı ekonomi içerisinde gerekse kayıtlı ekonominin paralelinde ulusal ve uluslararası çok önemli boyutlara ulaşmıştır. Öyle ki, yeraltı ekonomisi faaliyetleri ve bu faaliyetlere katılan kadro sayıları binler ve on binlerle ifade edilen suç örgütleri aracılığıyla gerçekleşmektedir. Daha da önemlisi suç örgütleri kamu otoritesini sarsacak ve rekabet edecek boyutlara yükselmiştir. Yeraltı ekonomisi içerisinde önemli bir yer tutan uyuşturucu ticareti dünya ticaret hacmini önemli oranlarda yakalamış ve takriben 500 milyar dolarlık bir ticaret hacmiyle uluslararası ticaretin en önemli kalemlerinden biri haline gelmiştir. OECD her yıl 85 milyar dolar civarında bir uyuşturucu kârının fmansal piyasalarda aklandığını tahmin etmektedir. Bazı Latin Amerika ülkelerinde, uyuşturucu ticareti sayesinde söz konusu ülkelerin dış borç ana para ve faizlerini ödemelerinin mümkün olduğu iddia edilmektedir (Kozanoğlu 1997).

Her ülkede farklı boyutlarda da olsa ağırlığı hissedilen yeraltı ekonomisi faaliyetleri giderek çeşit kazanmakta, klasik uyuşturucu ve silah kaçakçılığının yanı sıra organ, bebek ya da nükleer malzeme kaçakçılığı gibi yeni kaçakçılık dalları, ayrıca çek senet mafyasmdan arazi mafyasına yeni birçok faaliyet alanı son dönemde önem kazanmaktadır. Güç kazanan suç örgütleri bir yandan suç faaliyetlerine devam ederken, diğer yandan bankacılık, taşımacılık gibi yasal alanlarda faaliyet göstermekte ve ülke ekonomisinde büyük boyutlu faaliyetlerle ağırlıklarını hissertirmektedirler.
 
Kaçakçılık Nedir, Kaçakçılık Suçu

Yeraltı ekonomisinin en yaygın faaliyet alanı olan kaçakçılık sözlük anlamı ile; "hile kullanmak suretiyle devlete verilmesi gereken vergi ve diğer yasal zorunlulukları yerine getirmeden alım ve satımı yasak edilmiş malı gizlice alıp satarak çıkar temin etme" işidir. Başka bir tanıma göre; "bir ulusun ekonomisine, toplumsal yapısına, sağlığına ve hatta bireylerin kültür durumuna karşı sorunlar meydana getiren özel yasalarla gösterilmiş hükümlere aykırı olan tüm hareket ve davranışlardır". Sözlük tanımlarından hareketle kaçakçılığı; herhangi bir maddeyi veya eşyayı gümrük işlemlerine tabi olmaksızın bir ülkeye ithal etmek, veya o ülkeye ithali veya ihracı yasaklanmış her hangi bir maddeyi veya eşyayı ithal ya da ihraç etmek şeklinde tanımlamak olanaklıdır.

Bütün dünyada kaçakçılık yasaktır ve yasalarla düzenlenmiştir. Ülkemizde de kaçakçılık yasası olarak bilinen 1918 sayılı "Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Yasa" da yeraltı ekonomisinin bu önemli faaliyet alanı yasal olarak düzenlenmiştir. Yasada kaçakçılığın tanımı yapılmamıştır. 1. Madde de (Aşağıdaki yazılı fiilleri işlemek kaçakçılıktır) denilmiş ve kaçakçılık kabul e-dilen eylemler teker teker sayılmıştır. Yasada ayrıca gümrük ve vergi kaçakçılığı tanımları birlikte yapılarak;

a. Gümrük vergilerini ödememek için, yurda gizlice mal sokmak ve satmak,

b. Alım ve satımı yasak maddeleri gizlice satarak yararlanmak,

c. Yapımı ve satımı devlet tekelinde olan maddeleri yapmak ve satmak,

d. Mükellefin veya sorumlunun, Vergi Usul Yasasında yazılı şartlar içinde vergi kaçırmak kastı ile vergi ziyanına neden olması kaçakçılık olarak tanımlanmıştır.
 
Kaçakçılık ekonomik, sosyal, kültürel ve ideolojik yapıdan kaynaklanan bir suçtur. Gerek ülkemizde gerekse diğer ülkelerde bu işi yapanlar hemen hemen aynı karekterdeki insanlar olup, temel amaçları para kazanmaktır. Kaçakçılık hiç bir ülkede tamamı ile önlenememiştir. Ülkemizde yeni ortaya çıkmış da değildir. 16. YY. sonlarında ve imparatorluğun bozulmaya başlayan ekonomik ortamında maden kaynaklarının çok ilgi çekmesi üzerine devletin dışarıya satılmasını yasaklaması ile "ihraç kaçakçılığı", batının işlenmiş sanayi ürünlerinin ülkede pazarlanmasmı sınırlamak için konulan gümrük duvarları ile "ithal kaçakçılığı" ortaya çıkmıştır. Kısaca denilebilir ki, kaçakçılık milli sınırlar ve gümrük hattının tesisi ile birlikte doğmuştur. Kamu çıkarı açısından birçok maddenin imal ve satışının devlet tekeline alınması ve dolayısıyla bir tekel ve bununla ilgili olarak yasal yapı ortaya çıkmıştır. Böylece oluşan gümrük mevzuatına aykırı gerçekleşen her türlü faaliyet kaçakçılık olarak değerlendirilmektedir.

Kaçakçılık faaliyeti pek çok ailenin geçim kaynağı olmuş ve yine pek çok kimseyi maddi olanaklara kavuşturmuştur. Ancak bu çalışmada kaçakçılık ile özünde masum emtiayı içeren ve tamamen para kazanmaya yönelik faaliyetler kastedilmemektedir. Söz konusu faaliyetler silah, uyuşturucu, oto, tekel maddeleri, radyoaktif madde, kıymetli taş ve maden (özellikle altın), tarihi eser kaçakçılığı gibi masum olmaktan uzak, ö-zünde suç olan faaliyetlerdir. Emniyet teşkilatının verilerinden hareket edildiğinde ülkemizde (birçok gelişmekte ülkede olduğu gibi) insan kaçakçılığı işçi simsarlığının da yaygın olduğu görülecektir.
 
Geri
Top